Gazetemiz Köşe Yazarı Yener Kazan'ın 'On iki buçuk' adlı köşe yazısı.
“On iki buçuk” diyordu aklına estikçe “On iki buçuk”. Adam birkaç defa duydu güldü geçti. Anlamsız ve bir o kadar da ilginç bu söz günlerce meşgul etti kafasını. Sonunda dayanamayıp sormaya karar verdi.
Anacığım birkaç defa duydum on iki buçuk deyip duruyorsun, ben çözemedim bir türlü seni? Nedir bu on iki buçuk meselesi? Seni üzen bir derdin mi var?
Kadın, biraz durdu, sonra içine dert olmuş unutamadığı geçmişini üzgün bakışları, donuk gözleri ve ezilmişlik duygusuyla başladı anlatmaya:
— Ah oğul ah sen anlamazsın, sadece kızlar, kadınlar anlar, çeken bilir, yaşayan anlar onu.
— O zaman sen anlat. Ne yaşadın? Diyelim ki yeniden dünyaya gelseydin ne olurdu?
— Yarım kaldı evlat her şey yarım kaldı. Bütün güzellikler on iki buçukta kaldı.
— Peki, on iki değil, on üç değil de niye on iki buçuk?
— Yarım kalma anıdır bu yaş. Cennetidir kız çocuklarının on iki buçuk yaşı. Ağaca çıktığın, gizlice komşunun bademini yolduğun, kırda, bayırda, çayırda, çimende kelebekler gibi uçarak koştuğun, doyasıya güldüğün, çığlık attığın, dans ettiğin mutluluk anın. Güneş başka doğar, gül başka kokar o yaşlarda. Renkli uçurtmalar uçurduğun, cıvıl cıvıl sesler arasında ebeleme, seksek, beş taş, yakan top oynadığın, hayattan doyasıya tat aldığın, kır çiçekleriyle bezenmiş dağın ötesinden beyaz atlı prensinin her an çıkıp geleceğini hayal ettiğin bir yaş. Anlatmayla tarif edilemez bir duygu, genç kız olmadan, yaşamadan hissedemezsin onu. Kanın coşkun seller gibi akarken yaşamının yarıda kaldığı, hayallerinin sona erdiği bir yaş. İçinde tek bir sevgi vardır o yaşta, okuyup öğretmen, doktor, mühendis, avukat, ne bileyim faydalı insan olup, kendini değerli hissetmek, itibarlı bir meslek sahibi olmak ve de sevdiğin biriyle evlenmek.
Renkli çiçeklerin, sevimli böceklerin peşinden koşarken birden perili, kavallı, masallı bir dünyadan aklın, mantığın alamayacağı, kendi hür iradenin ve düşüncenin yok sayıldığı, anormal kaideler ve kuralların dayatıldığı bir ortamda bulursun kendini. Kızların kaderidir erkek egemen toplumda. Kendi kaderini kendin çizemezsin, kendi hayatını kendin yaşayamazsın. Bağımlı olursun mutlaka birilerine veya bir yerlere. Babaya, anaya, ağabeye, çevreye, töreye, asırlar öncesinin genel kabul görmüş, kökleşmiş, çağ dışı kalmış uydurma dinsel, toplumsal, kurallarına. Küüt diye bulursun kendini anormal bir ortamda.
“Kızını dövmeyen dizini döver. Kızı serbest bırakırsan ya davulcuya kaçar ya zurnacıya. Sen artık memeli-mestanlı kız oldun, ortalıkta pek gezinme, otur ananın dizinin dibinde. Kızı fazla tutmayacaksın, ayıkmadan, gözü açılmadan bağlayacaksın başını, vereceksin bir kapıya.” Hepsi milattan önceden kalma şark zihniyeti. Bu yüzden ben “Analar insan, biz insanoğlu” diyen Neşe Ertaş’ı çok sever, türkünün filozofu kabul ederim.
Çocuk zekâsıyla hiçbir şey anlayamazsın o yaşlarda. Düşünemezsin, sorup sorgulayamazsın, itiraz hakkın hiç yok. Her şey erkeğe ait mal da mülkte, kadında, kızda, dinde, imanda. Kadının şahitliği kabul edilmez, kestiği kurban yenmez deniyor. “Kocasının bin cariyesi, odalığı olsa bin birincisini almak istese nikâhlı karısı kabul etmezse külli kâfirdir, cariye için nikâh gerekmez” diyor bak hocalar. Bırak şahitliğini İslam bayrağı taşıyan, her yıl milyonlarca insanın hac tavafı yaptığı Arabistan’da “kadın insan mı?” diye İslam şuarası yapıldı bu çağda. Çok kız, kadın tecavüze uğrar söyleyemez kimseye, yaşam hakkı kaybolmasın diye.
Bir sevdiğin var mı diye kimse sormaz, söz hakkın yoktur, baban, anan, ağabeyin kimi uygun görürse ona varırsın. Bez bebeklerle oynadığın yaşta verirler bir uğursuza. Ruhun uyanmadan, bedenine su yürümeden düzmeye götürür seni, salyaları yüzüne akıtarak hayvani şehvetle on iki buçuk yaşında çöker başına, kırar belini.
Çocuk yaşında çocuğun olur. Olmadı mı kader, uymadı mı kısmet, tutmadı mı nasip. “Cenabı hak böyle yazmış alnına ne yapalım?” derler. Cehalet ve güçsüzlükten doğan tüm vahşilikler. En acı olanı da her şey din, iman, sünnet adına yapılır. Sapık gelenekler dinin önüne geçer, hatta din kuralı olur.
Kalk su getir bana!
Gel başımı yıka?
Verdin mi anamın yemeğini?
Yıkadın mı ağabeyimin donunu?
Git çocuğu kundakla, tez gel ırgatın ekmeğini hazırla!..
Kendi hayıtını yaşayamaz hep başkaları için yaşarsın. Yarım kalır çocuksu aşkın, sevdan. On üç dedirtmeden girerler kanına. On iki buçuk, bir başkaydı, çook mutluydu on iki buçuk çook.