NEDEN SÜRÜNÜYORUZ?
Bir önceki yazıma “Eğer çaresizseniz, çare sizsiniz” diyerek başlamış ve Atatürk ile onun büyük mücadelesini anlatmıştım.
Atamız öncelikle aydın, milletine aşık ve Türk olmakla gurur duyan bir insandı.
57 yıllık yaşamı boyunca hiç durmadan bu millet için çalıştı, mücadele etti.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra, bilgi ve birikimi ile bizlere ışık olacak sözleri söylemeye devam etti.
“Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar, evvela haysiyetlerini sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar!” dedi.
* * *
Ama biz ne yaptık?
Bedevilere özendik!
Okumadık, araştırmadık, öğrenmedik!
Günden güne Atatürk’ün yolundan uzaklaştık!
Din adına, Arap kültürüne teslim olduk!
Atatürk, batının medeniyet seviyesine ulaşmamız için çalışmamızı isterken, biz onu yanlış anladık. İlim ve teknoloji alanında kendimizi geliştirmek yerine, batının soysuz yaşam tarzını benimsedik.
Güzel bir coğrafyada yaşadığımızı unuttuk!
Toprağımızın kıymetini bilmedik!
Atatürk’ün “Millet’in efendisi” olarak tanımladığı köylüyü bitirdik, tarımı yok ettik!
Birbirimize sımsıkı sarılıp, hiç durmadan çalışıp üretmeyi beceremedik.
Önce, sağ-sol çatışmasıyla birbirimizi kırdık!
Sonra din ve mezhep kavgaları ile birbirimizden uzaklaştık!
Bize dini söylemlerle yaklaşan politikacıları her zaman çok sevdik!
Türk Milli Eğitimi’nin içi boşaltılırken gözlerimizi yumduk!
Andımız yasaklanırken sırtımızı döndük!
Yerli tohumlar yasaklanırken, işin ciddiyetini kavrayamadık!
Sahip olduğumuz değerler, elimizden bir bir uçarken hiç birini göremedik!
* * *
Aklıma şimdi bir hikaye geldi. İzninizle onu sizlerle paylaşmak istiyorum;
Çok eski zamanlarda, ülkenin birinde zalim bir hükümdar varmış.
O hükümdar zevk ve sefa içinde yaşarkan, halk baskılardan, vergilerden bıkmış. Bıçak artık iyice kemiğe dayanınca sonunda isyan etmişler. Sokaklara döküpüp hükümdarı protesto etmeye başlamışlar. Bu protestolar sarayın önüne kadar taşınınca, hükümdar halkın karşısına çıkmış ve onlara seslenmiş?
- Ey ahali, sizleri çok iyi anlıyorum. Ama bir anlaşma yapalım. Benim sizlerden bir isteğim olacak. Onu eksiksiz yaparsanız söz veriyorum, görevimden ayrılacağım.
Ahali sevinirken, hükümdar sözlerine devam etmiş;
- Şu havuzu görüyorsunuz değil mi?
Şimdi sizlerin yanında emir veriyorum. Havuzun üzeri gece yarısı olmadan tamamen kapatılacak. Sadece kenarında küçük bir delik bırakılacak.
Sizlerden isteğim şu; Şimdi evlerinize gideceksiniz. Hayvanlarınızdan sağdığınız birer kovayı sütü buraya getirip havuzun bu deliğinden içeri dökeceksiniz. Sabaha kadar bu havuzu süt ile doldurursanız, size söz veriyorum. Ben de görevimi bırakacağım!
Bu sözler üzerine halk sevinçle evlerine koşmuş. İnekler sağılmaya başlanmış.
Ama o anda hemen hemen hepsinin aklına aynı kurnazlık gelmiş. Hepsi de birbirleri ile sözleşmiş gibi;
- Ya neden ben o havuza bir kova süt döküp, sütü ziyan edeyim ki? Süt yerine bir kova su döksem, o kadar büyük havuzda bunu kim anlayacak? Diye düşünmüş.
Sabah olmuş, halk o havuzun çevresinde toplanmış. Halkın toplandığını gören hükümdar da havuzun açılmasını emretmiş.
Bir de ne görsünler? Havuz tamamen su ile doluymuş!
Ahali, birbirlerine suçlayıcı gözlerle bakarken, hükümdar gülerek halkın karşısına çıkmış ve şöyle demiş;
- Sizler benden bıktığınızı ve değişim zamanımın geldiğini söylediniz. Ben de bu isteğinizi havuzun tamamen süt ile doldurulması halinde kabul etmiştim. Ama görüyorum ki, ben görevimi bıraksam bile, siz kendi aranızdan yine bana benzeyen birini başınıza getireceksiniz.
O halde ben neden ayrılayım ki?
* * *
Kimse kusura bakmasın, bu hikayedeki halktan bir farkımız var mı?
Sanki kendimizde hiç kabahat yokmuş gibi karşımızdakilere saldırmayı alışkanlık haline getirdik. Daha da acısı cahil ve çıkarcı bir toplum olduk.
Hem değişim istiyoruz, hem üstümüze düşeni yapmıyoruz!
Muhalefet partilerin haline bir bakın hele!
Hamasi nutuklar, öfke patlamaları birbirini kovalıyor.
Ağız tadıyla bir televizyon bile seyredemez olduk. Açık oturumlara katılan gazeteciler, adeta siyasi parti temsilcileri gibi davranıyor.
* * *
Bu arada beni yaralayan bir şey daha oldu, onu da paylaşmak istiyorum:
Atatürk’ün kurduğu CHP’yi başarısız bir şekilde yürüten Kılıçdaroğlu, büyük taarruzun yıldönümünde, 26 Ağustos’ta Atatürk’ün adını bile anmadı!
İktidara kızarken bunu da görmek gerekmiyor mu?
Bu kadar dibe vurmuşluk yeter diyorum. Silkelenip kendimize gelmeli Atatürk’ün yolunda buluşmalıyız! Bunu başaramadığımız takdirde sürünmeye devam ederiz!
Benden söylemesi…