DİYARBAKIR BAROSU’NUN AÇIKLAMASI
Diyarbakır Barosu’nun açıklaması şu şekilde: “24 Nisan 1915, sadece Ermeni ulusunun değil tüm toplumun hafızasında derin yaralar bırakmıştır. Bu toprakların bir parçası olan Ermeniler 1915 yılında tehcire zorlanmış, tehcir yolunda İttihat ve Terakki yönetiminin desteği ve kontrolü altında öldürülmüş yahut ölüme terk edilmiştir. Aradan geçen yüzyıldan fazla sürede bu hakikatle yüzleşilmemiş, Ermenilerin yaşadığı acılar karşısında adalet sağlanmamıştır. Tüm bu yaşananlar tarihsel gerçekliğin ve insanlık vicdanının ortak değerlendirmesiyle, uluslararası alanda geniş ölçüde soykırım olarak tanımlanmaktadır. Yaşam hakkının kutsallığını, insan onurunun dokunulmazlığını ve tarihsel adaletin gerekliliğini esas alan bir anlayışla, 1915 Ermeni Soykırımında hayatını kaybedenleri saygıyla anıyor; insanlığa karşı işlenen suçların inkâr edilmeden, yüzleşilerek ve hesap verilerek aşılabileceğine inanıyoruz. Tarihle ve hakikatle yüzleşme, yalnızca geçmişin acılarını dindirmek değil, aynı zamanda gelecekte benzer acıların yaşanmaması adına evrensel hukuk normları çerçevesinde bir sorumluluk taşımanın gereğidir. Bu bağlamda, hakikatin tanınması ve adaletin tesis edilmesi, benzer trajedilerin bir daha yaşanmaması için atılacak en önemli adımlardan biridir.
Diyarbakır Barosu olarak; Soykırımda kaybettiklerimizi anıyor, barışın ve insan haklarının hâkim olduğu bir gelecek için bir kez daha geçmişle yüzleşilerek hakikatin açığa çıkarılması sürecinin başlatılması çağrısında bulunuyoruz.”
KIRIKKALE BAROSU’NUN AÇIKLAMASI
Kırıkkale Barosu ise Diyarbakır Barosu’nun açıklamasına şu sözlerle yanıt verdi: “Tarih tarihçilere bırakılmalıdır! Türk devletlerinin hakimiyeti altında yüzyıllar boyunca yaşamlarını, ticaret ve sanatlarını huzur içinde sürdürmüş olan Osmanlı Ermenileri, toplum hayatında ve bürokraside önemli vazifeler üstlenmişlerdir. 19. yüzyılın başlarından itibaren gayrimüslim tebaa arasında ayrılıkçı eğilimler ve etnikçi cereyanlar baş gösterip Osmanlı idaresine yönelik ayaklanmalar yaşandığı sırada padişahla devlet ricalinin takdirini toplayan ve "Millet-i Sadıka" olarak anılan Ermeniler, uzun süre bu ayaklanmaların dışında kalmıştır.”
“Etkili bazı Ermeni örgütlerin, 19. Yüzyılın ikinci yarısından başlayarak Çarlık Rusya'sının, Osmanlı Devleti'ni zayıflatmaya ve parçalamaya yönelik siyasetine verdikleri destek, Osmanlı için ciddi bir güvenlik tehdidi olarak değerlendirilmiştir. Osmanlı ordularının büyük kayıplar vererek ağır bir yenilgiye uğradığı 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, batılı emperyalist güçlerin desteğiyle ermeni etnikçileri, bağımsız bir devlet kurmak üzere harekete geçmişlerdir. Osmanlı Devleti'nin iç ve dış gailelerle meşgul olduğu bir sırada 1912-1913 balkan felaketi gerek ayrılıkçı ermeni hareketini yürütenleri gerekse bu hareketi destekleyen dış güçleri bağımsız Ermenistan hedefine kilitlemiştir.”
“Söz konusu grupların ayrılıkçı faaliyet ve isyanları, çoğunluğu Osmanlı Müslümanlarından oluşan bölgelerdeki silahlı saldırıları, bu tehdidin giderek artmasına yol açmıştır. Osmanlı devleti için "var olma mücadelesi" anlamını taşıyan Birinci Dünya Savaşı'nda, Ermeni Radikaller, etnik açıdan homojen bir Ermenistan kurulması için işgalci Rus ordusunun saflarına katılmaktan geri durmamıştır. Osmanlı Hükümeti, ermeni cemaatinin liderleri ile görüşmeler yaparak savaş sırasında taraf olmamalarını, huzursuzluk çıkarmamalarını istemiştir. 1915 yılında Osmanlı Hükümeti, savaş bölgesinde ya da yakınındaki stratejik bölgelerde ikamet eden Ermeni nüfusun, işgalci Rus ordusunun ikmal ve ulaşım hatlarından uzaklaştırılarak devletin güney vilayetlerine yerleştirilmesine karar vermiştir. Savaş hattından uzakta yaşayan, ancak düşmanla iş birliği yaptığı bilgisi alınan veya şüphelenilen bazı Ermeniler de bu uygulamaya tabi tutulmamışlardır. 1915 yılında vuku bulan olaylar, Osmanlı halklarından olan Ermenilerin, devleti parçalamak isteyen dış güçlerle savaş ortamında iş birliği yapmaları ve oluşturdukları çetelerle yöre halkına ve devlete zarar vermeleri nedeniyle yaşanan tabii tepkilerden başka bir şey değildir. Ayrıca Osmanlı Devleti'nin, Birinci Dünya Savaşı'na tekabul eden son yılları milyonlarca Osmanlı vatandaşı için çok acılı bir dönem olmuştur. Bu ortak acıları; dini, etnik, kültürel hiçbir ayırım gözetmeden anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir.”
“1915 olaylarından neredeyse yarım asır sonra, geçmişin acılarından türetilen yeni bir tarih yazımı hareketi başlamıştır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün "tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır" sözü, tarih metodolojisi açısından irdelendiğinde, adeta bugünkü Avrupalıların "Ermeni meselesine" bakış açıları göz önünde bulundurularak söylenmiş gibidir. Tespitlerimiz soykırım tezinin temelsizliğine dikkat çekmek içindir. Tarihî olayların araştırılmasında ön yargılar ve sübjektiflik ön plana çıktığı oranda, bilimsel değerler arka plana düşer. Bu bağlamda tarihi olguları, savaş koşullarını ve hukuku göz ardı ederek 1915'te yaşananları tanımlamak için tek seçenek olarak soykırım kavramı üzerinde ısrarcı olmak, Türklerle Ermenilerin yeniden bir araya gelerek uzlaşmalarını da engellemektedir.”
“Son yıllarda batı ülkelerinde yaşayan Ermeni toplulukları, 1915 olaylarının uluslararası toplumca soykırım olarak tanınmasına odaklanmış; ermeni kimliği yaratmayı hedeflemiş ve çok iyi örgütlenmiş milliyetçi dernekler tarafından temsil edilmektedir. Yaklaşık 200 ülke arasından 25 ülke parlamentosunun Ermeni tarih anlatısını destekleyen, çoğunluğu bağlayıcı olmayan kararları uluslararası konjonktürel şartlara bağlı olarak almış olmaları herhangi bir anlam ifade etmemektedir.”
“Kanaatimizce, konunun hukuki boyutuna ilişkin bilgisizlik üzerinde de durulmalıdır. Soykırım uluslararası hukukta açıkça tanımlanmış spesifik bir suçtur. İlk defa 1948 tarihli BM Soykırım Suçunun Önlenmesi Ve Cezalandırılması Sözleşmesi'nde tanımlanmış olup yürürlük tarihinden önce gerçekleşmiş olaylar sözleşme'nin uygulama alanı dışındadır. 1915 olaylarına ilişkin olarak uluslararası hukukta tanımlanmış olan soykırım ifadesinin kullanılabilmesi için gereken şartların hiçbiri mevcut değildir. 1915 yılında yaşananlar, günümüz politikacılarının konjonktürel siyasi emellerine veya iç siyaset mülahazalarına göre değişmez.”
“Köklü bir devlet geleneğine haiz, insanlığın barış ve huzuru için çaba sarf etmeyi şiar edinmiş olan Türkiye Cumhuriyeti, tarihiyle yüzleşmekten hiçbir zaman kaçınmadığı gibi, bu konuda mazisi karanlık güçlerden de ders alacak değildir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında dönemin olağanüstü şartlarında hayatını kaybeden vatan evlatlarının aziz hatıralarını da bir kez daha saygıyla anıyor, tarihin tarihçilere bırakılması hususundaki görüşüşümüzü ifade ediyoruz.”
Haber Merkezi