Her nesil bir sonraki nesle anlatır, Nerde o eski Ramazanlar, Nerde o eski Bayramlar diye. Galiba yaşlanıyoruz zira bizde kurmaya başladık o klişe sözü, nerede o Ramazanlar diye…
Yok, yok oruç tutan sayısı azaldı, oruç tutmayanların oruç tutanlara karşı saygısı azaldı, insanlar Ramazan ayında elinde sigara ile dolaşabiliyor gibi şeylerden bahsetmeyeceğim. Bu beni aşar ve her insan her şeyi kendi hür iradesiyle yapar, kimseye karışma ve eleştirme hakkımız yok!
Ancak, Kırıkkale’de iftar sonrası festival havasında geçen Ramazan akşamları da tarih olmuş gibi gözüküyor ve bize nerde o eski Ramazanlar dedirtiyor. Muhtemeldir ki ekonominin etkisiyle alışageldiğimiz o kalabalık sokaklar, caddeler, dolu dolu kafeler, iftar saatinde hınca hınç dolu restoranlar, her köşede yok satan Ramazan pidecileri, sahura kadar açık lokantalar yok olup gittiler. Bu ekonomik ortamda bundan fazlası da beklenemezdi zaten.
Ramazan ayında sokakların, kafelerin, lokantaların boş olduğunu görünce aklıma bir hikâye geldi, sizinle de paylaşmak isterim;
İki komşu varmış, biri zengin iş insanı diğeri fakir inşaat işçisi. İnşaat işçisi evine gelir akşam yemeğini yer, varsa birkaç bardak çay içer, lambasını kapatır yatar. İş İnsanının evine ise adam geç gelir, masaya oturur, saatlerce hesap kitap yapar sabaha karşı lambaları söndürür ve yatar. Günün birinde zengin adamın karısı duruma tepki gösterir. Bey der, komşumuz akşam eve erken geliyor, bir iki saat sonra lamba sönüyor ve yatıyorlar. Sen ise eve geç geliyorsun, sabaha kadar oturuyorsun, sabaha karşı yatıyor sabahta erkenden işe gidiyorsun der. Adam güler yarın erken geleceğim ve erken yatacağız der. Ertesi gün olur adam sözünü tutar ve erken gelir, hiç işle güçle uğraşmaz erkenden vurur kafayı yatar. Ertesi gün aynı şekilde devam eder. Bir gün, iki gün, üç gün derken kadın bir şey fark eder. Bu kez de fakir adamın lamba hiç sönmüyor ve sabaha kadar lamba yanıyor. Kadın dayanamıyor ve kocasına Bey, bu komşunun başında bir iş mi var günlerdir uyumuyorlar, hastaları, cenazeleri mi var git bir sor diyor. Adam ise cevap veriyor, hanım bizim paramız var, para yönetimi zor iş, o gün sen bunlar erkenden yatıyor deyince ertesi gün komşuyu buldum. Ona komşu olduğumuzu birbirimizde hakkımız olduğunu söyleyip, kendisini kurtarması için yüklü miktar para verdim. Onlar şimdi sabaha kadar düşünüyor, parayla ne yapsak diye. Dolayısı ile uyumuyorlar…
Kıssadan hisse mi desem, günümüzün özeti mi desem bilemedim. Ramazan ayında dolu dolu olan sokakların boş olması, insanların ilk akşamdan eve gitmesinin sebebi açık açık parasızlık. Bir bardak çayın 20 lira olduğu, 4 pide 4 ayranın 700 Lira olduğu bir ülkede insanların ilk akşamdan evine gitmesi kadar doğal ne olabilir?
Peki, parası olan mutlu mu? Hayır! Onlarda TL’nin her geçen gün erimesinden, ekonomideki güvensizlikten ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar. Paramızı TL’de mi tutsak, altın mı alsak, borsada hisse mi alsak, menkul veya gayrimenkul mü alsak diye sabahlara kadar uyuyamıyorlar. Yanlış bir hamle yapacağız da paramızı kaybedeceğiz diye gözlerine uyku girmiyor. Krizden bu yana bolca artan ekonomistler ile kendisinin ekonomist olduğunu iddia eden kişilerin birbirinden farklı demeçleri karşısında sudan çıkmış balık gibiler. Devalüasyon oldu mu? Olacak mı? Araba alsam mı yoksa parayı dolara mı yatırsam? Faizler arttı parayı mevduatta mı kullansam? Soruları insanların kafasını allak bullak ediyor desek yeridir…
Lafın özü, hayat pahalı, belli ki pahalılık daha da artacak. Mazotun bu kadar arttığı bir ülkede fiyatları sabit tutmanın imkânı yok. Seçim sonrası zam yağmuru olacağı, doların artacağı söylentisi dahi insanları panik halinde Türk Lirasından uzaklaştırır ki hiçbir şey olmasa bile bu söylentiden etkilenip Türk Lirasını, dolara çeviren insanların artması dahi doların yükselmesine sebep olur.
Görünen o ki, bugüne kadar zor günler geçirdik, bundan sonra daha zor günler yaşayacağız. Ve biz daha çook nerde o eski Ramazanlar, nerde o eski Bayramlar diyeceğiz…