Eğer çaresizseniz, çare sizsiniz!
Ne kadar müthiş bir söz…
Günümüzü de çok iyi özetliyor!
Çünkü hepimiz çaresizlikten şikayetçiyiz. Ama çare üretmiyoruz!
Bunun için adece başkalarını suçluyoruz! Siyasetçilerden halka bulaşan bu hastalığın bizi nasıl da esir aldığını fark edemiyoruz!
Okumadan, öğrenmeden, sorgulamadan her şeyi bildiğimizi sandığımız için, bu durumdayız!
Bu yüzden yerimizde sayıyoruz.
Yerimizde saysak yine iyi…
Günden güne her yönden daha da gerilere doğru gittiğimizi bile fark edemiyoruz!
Çünkü; yaşadığımız bu çaresizlikte kendi payımızın da olduğunu, bundan kurtulmak için bize de büyük işler düştüğünü göremiyoruz!
Bu yüzden, zenginleşeceğimiz yerde, fakirleşiyoruz!
Daha konforlu yaşayacağımız halde, günü kurtarmaya çalışıyoruz.
Günü kurtardığımız zaman da kendimizi başarılı(!) sanıyoruz.
Ama, esas sıkıntı okumadığımızdan, öğrenmediğimizden ve etrafımızda neler olup bittiğini anlayamadığımızdan kaynaklanıyor. İçine düştüğümüz bu kötü durumdan bir türlü kurtulamıyoruz. Üstelik, kutsal kitabımızın ilk emri “Oku” olduğu halde bunu yapmıyoruz!
* * *
Peki çok mu? çaresiz bir durumdayız?
Hayır, çare hala bizde!
Çare, Atatürk’ü iyi anlamaktan geçiyor!
Dünyanın kasıp kavrulduğu bir ortamda cumhuriyetimizi kuran, kendi dönemi için “yüzyılın dehası” olarak kabul edilen, o büyük devlet adamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ne kadar tanıyor ve anlıyoruz?
Ona hakaret edenleri, onun başarılarını görmezden gelenleri ve dualarında bile unutanları (!) bir tarafa bırakıyorum.
Atatürk’ü sevdiğini söyleyenler, izinden yürüdüğünü(!) iddia edenler, ne kadar onun yolundan gidiyor?
Bence, işin sırrı tam da burada gizli!
* * *
Son zamanların moda cümlesi “Yerli ve Milli” tanımı en çok Atatürk’e yakışıyor!
Çünkü o hiçbir zaman Türklüğünü inkar etmedi. Hiçbir devlete biat etmedi. Türk olmakla hep gurur duydu. 57 yıllık yaşamını milletine adadı ve tüm dünyayı kendisine hayran bıraktı.
Okuduğu 3 bin 937 kitaptan edindiği bilgilerle çevresine ışık saçtı. Osmanlı subayı olarak cepheden cepheye koşarken, o büyük imparatorluğun bittiği noktada Türk Milletinin gönlünde “Hürriyet ve Bağımsızlık” ateşi yaktı. Bunu başarmak için de hayatını ortaya koydu.
Cehaleti her zaman en büyük tehlike olarak gördü. Cehalet için, “Yenilmesi gereken en büyük düşmandır” ifadesini kullandı. Okuduğu kitaplardan aldığı güç ile bir adım daha ileri giderek “Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi tercih edin!” deyiverdi. Çünkü milletine gösterdiği yolun ilimden ve bilimden uzak olmadığını iyi biliyordu!
Başkomutanımızdı, Başöğretmenimiz ve ilk Cumhurbaşkanımız oldu! Gönüllerimizde taht kurdu. Sonra da “Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar, evvela haysiyetlerini sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar!” diye bizleri uyardı.
Şimdi aynanın karşısına geçip kendimize bir bakalım mı?
Neredeyiz? Ne hallerdeyiz?
* * *
Hiçbir siyasi parti ayırımı yapmaksızın bütün insanlarımıza sesleniyorum; Beyler artık uyanalım!
Dinimizin ilk emri olan okumayı, anlamayı bir tarafa bıraktığımız ve kolaycılığı seçtiğimiz için bu hallerdeyiz. İşte bunun için her defasında kazıklanıyoruz!
Dış ülkelerin projesi haline gelen siyasetçilere biat etmediğimiz gün silkelenmiş olacağız! Atatürk’ün yolunda buluştuğumuz zaman kurtulacağız!
Çaresiz değiliz! Atatürk gibi büyük düşünmek zorundayız!
Çok çalışacağız, çok üreteceğiz, kültürümüze, tarihimize sahip çıkacağız.
İşte o zaman başaracağız! İşte o zaman tüm dünya bizi yeniden kıskanacak!
Biliyoruz ki, muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur!
Yeter ki isteyelim…