Boş verin tezgahta peynir et’i geçmiş,
Zeytin kaçmış,
Yağ kaymış,
Domates-biber-patlıcan,
Hatta
Lahana-pırasa-ıspanak mevsimi olmasına rağmen uçmuş hikayelerini…
Yemeyin kardeşim!..
İçmeyin,
Sokun elinizi burnunuza,
Bakmayın bile onların olduğu tezgahtan yana,
Gezin-yürüyün bir aşağı bir yukarı cadde boyunca!..
Da;
Giymeyin diyemem!..
Çünkü,
Açlığı yutkunarak,
Susuzluğu musluğa ağız dayayarak geçiririz de, giymeden olmaz kardeşim!..
İlla giyinmek lazım da,
Nasıl?
Mesela ben,
Tanınmış bir firmanın yol boyunda bulunan mağazasından almıştım Ağustos ayı içerisinde Ayvalık’a giderken üç yüz yetmiş beş liraya ayakkabıyı,
Mart sonunda da seneye hazırlık olur diye iki yüz yetmiş dokuz liraya montumu...
Geçtiğimiz hafta yine aynı yoldan,
Aynı yere giderken,
Aynı markanın,
Aynı şubesine girip vitrinde gördüğüm,
Aynı ayakkabının fiyatını sordum tezgahtara,
Bin sekiz yüz seksen beş lira dedi.
Ayağımda olanı gösterip,
“Bundan farkı ne” diye sordum;
“Kalite,
İşçilik,
Model,
Renk,
Hatta bağcığında bile fark yok
Ancak
Siz Türkiye de yaşadığınızı unuttunuz sanırım,
Zaman en büyük farktır burada ve bir ayı, bir haftayı,
Hatta bir günü geçtim belki az sonra bir telefon gelir,
Maliyet durumu farklılaştı gerekçesi ile farklılaşan ederi malın etiketine yansıtın denir, biz de yansıtırız
Yani “an” çok önemli dedi.
O çok bilindik
Ve
Harcı alem malların meşhur satıcısı mağaza da ise mart ayında iki yüz doksan liraya aldığım montun aynısı ise bu gün “bin seksen” lira
!!!!!!!
Demem o ki;
Aziz Nesin’in yakılmasına neden olan oranla asgari ücrete mahkum edilen yurdum insanının ağzı açık ayran delisi gibi eli burnunda cadde boyu aşağı-yukarı voltası bile asgari ücretin yarısından fazla…
Hal böyleyken,
Almanya bizi kıskanmasın da ne yapsın?