TÜRK´E DAYAK ATMAKTANSA!..

Bir pazar sabahı çamaşırlarımı yıkıyorken havuz başında,

Aniden

Ve

Çok yakından gelen silah sesi ile irkildim.

Anlam veremedim önce…

Sonra yerde birinin feryat figan debelendiğini gördüm;

Yarı çıplak cezaevini çevreleyen tel örgüyü atlayıp ,

Vardım yanına bir solukta.

Bağırtısı Kızpınar tepesini aşmıştı zaten hergelenin,

Ama

Beni görünce hem bağırmaya hem konuşmaya başladı;

“Bırakın beni yaşamak istemiyorum artık!”

Bunalımdaki şahıs otoparkta intihar etti Bunalımdaki şahıs otoparkta intihar etti

Halbuki:

Henüz hiçbir tarafından tutmamıştım!..

Bir alt devrem,

Sevmediğim bir tipti İstanbul´a Erzurum´dan gelip has İstanbul´luyum diye övünen zübük.

Balıkesir askeri hastanesine yetiştirdik anırmaların içerisinde ama, göremedik yarası neresin de.

Ardanuç albay (hariciye doktoru) geldi,

Yarayı aradı telaşla…

Kafa da yok!..

Gırtlakta,

Göğüste-ciğerde,

Karında-kasıkta yok!..

Baldır-bacak derken,

Çıkarın şu şerefsizin botlarını dedi bize…

Ve

  Bulduk yarayı!..

Dürzünün aklına ne geldiyse intihara kalkışmış lakin organların yerini karıştırdığından tüfeğin namlusunu sağ ayak baş parmak ile yanındaki parmağın boşluğuna denk getirip basmış tetiğe…

Her iki parmakta da kurşun izi yok,

Ancak,

Barut sadece yakmamış o bölgeyi, ocakta unutulmuş kuş gömü pastırmalık et gibi, resmen kavurmuş her iki parmağı da… (aslın da amaç, hava değişimi ile askerlikten yırtmak!)

İşte bu şerefsizin mahkemesi 1985 yılına kadar devam etmiş, aynı yıl tekrar benim ifadem alınmak üzere adliyeye tebligat çıkarmışlar.

Aldım tebligatı, ama gitmedim.

İkincisinde ise gidemedim.

Üçüncü çağrıya bizzat bekçi geldi, (hikaye uzun) adliye yerine karakola götürdü beni.

Konuyla ilgili ifadem alınmak üzere henüz içeri girmiştik ki, nerden geldiğini görmediğim okkalı bir yumruk oturdu suratıma. Aynı refleksle karşılık verdiğimi hatırlıyorum. Gözümün önünde ki yıldızlar dağıldığın da ise bekçi benim altım da, dört beş polis ise üstüm de, ben bekçiye, onlar bana çalışıyorlar cop-yumruk-tepik Allah ne verdiyse…

Yıllar öncesinden tanık olduğum olaya ifade vermeye gittiğim karakoldan, pestilim çıkmış vaziyette ayrıldım beş saat sonra.

Yakın dostum savcı Musa´nın makamına vardım o halde, dellendi adam!

Şikayet dilekçemi alıp hükümet tabibine sevk etti hemen.

Etti ama, aynı zaman da karakola gidip refakatçi bir polisle gitmem gerektiğini söyledi tabipliğe!..

Elbet  o günkü Türkiye bu günkü Türkiye değil hak ve özgürlükler konusun da…

 Behsat Demirhan yanımda olduğu halde sevk kağıdını rahmetli komiser Hüseyin´e uzattık. Göndermek istemedi,  dil döktü, çay söyledi, babamla arkadaşlığını anlattı, karakolu teyakkuza geçirdi özür konusun da falan ama “Nuh diyorum peygamber demiyorum!”

En sonun da Behsat Demirhan usulca kulağıma uzanıp, “Türk´e dayak atmaktansa korkutmak daha etkilidir, bokunu çıkarmadan gel bu işten vazgeçelim” dedi,

Geçtik!.. (hikaye yine uzun!)

Korona  vakası görüldüğünden beri sağ duyu sahibi! aklı evveller,  “aman felaket telalığı yapmayalım, heyecanlandırmayalım, panik yaratmayalım, sakin olalım ayakları ile vatandaşı rehavete düşürdüler ilk günden,

Ve sonuç!..

Dün itibarı ile Kırıkkale de korona vaka sayısı 12 olduğu söylendi en yetkili ağızdan, Yaklaşık iki ay önce de bir kişi olarak açıklanmıştı tüm Türkiye de, şu an ölü sayısı dört bine dayandı…

Özetin özeti!..

Gözünü korkutmazsan  istediğin kadar dayak at Türk´e, sonuç alamazsın kardeşim…

Önce korkutmalıydın gözünü,  sonra oturup çaresini düşünmeliydin akilsen, aklın varsa, o akılda fikir üretebiliyorsan ve samimi isen, güç sahibine yalakalık yapmadan!..