Suriyelinin olmadığı,

Iraklının tepeden baktığı,

İran-Afgan-Somalilerin henüz tanınmadığı,

Ve

Memlekette rakının ucuz,

Mezenin zibil,

Alkollü araç kullanımının kısmen serbest,

Ve

Kazancın bol bol olduğu zamandı Ünsal Koçak´ın, Dışkapı Nazar tavernada sahne aldığı yıllar.

Ee, bede de para-araba var o dönem,

Her hafta sonu soluğu Nazar´da alıyorum!..

Maksat belli,

Niyet sarih!..

Öyle günlerin birinde yine,

Kız arkadaşı ile oto tamircisi bir beyefendi girdi dükkandan içeri, sahne kenarında ben otururken.

Masa kuruldu, alkol kana karıştı az sonra…

Hanımefendi tutturdu “bende bir şarkı söylemek istiyorum!..”

Acı-zulüm ve mecburen verdi mikrofonu Ünsal hanımefendiye…

Hanımefendi,

Saz heyetine dönüp, “sabuha” alabilirmiyim lütfen!.. (ki sabuha o dönemler çok meşhur, bırakın İbrahim Tatlıses´i, onu pamuk bankın müdürü Baha beyden dinledim ki, üstüne İbo bile hafif gelir bence!)

Nitekim,

Az sonra ortadan bir yerden daldı ablam türküye.

Aman yarabbi; yok böyle bir ses, yok böyle bir ünleme-cayırtı-bağırtı…

Çekti herkes, ortamın ve Ünsal´ın moralini daha fazla bozmamak için o işkenceyi…

Ancak,

alkol sadece ablanın kanına karışmamıştı ki ortamda;  tavernada bulunan başta ben olmak üzere hepimiz saldırdık aganın eline “ ver mikrofonu bir türküden ben söyleyeceğim”diye.

Şaşkın ördek gibi bir o yana bir bu yana bakarken, “herkes bir tarafa, sana zinhar vermem mikrofonu” dedi  bana…

Haklıydı!..

Alsaydım mikrofonu elime, “daha dün annemizden başlayıp, bak postacı geliyordan” çıkacaktım bir daha her önüne gelen ver şunu “bir türküde ben söyleyim demesin” diye…

Gün döndü, zaman aktı…

Ünsal şimdi emekli ve emekli maaşı ile geçim olmayacağını bildiğinden memlekette, yine sahne almaya devam ediyor ama bu sefer gazino-taverna vari yerler dışında, sadece düğün salonlarında…

Geçtiğimiz  hafta önce misafir, sonra mülteci, şu an ise bizden daha asli vatandaş olan Suriyeli birileri düğün yapmak için çalıştığı salona gelmişler anladığım kadarıyla.

 Dans müziği,

Hafif hafif erik dalı-karpuz kabuğu-Ankara´nın bağı falan derken ve tam havaya girilmişken, Suriyeli biri “ver mikrofonu ben söyleyeceğim” demiş buna.

Yok-mok dese de gardaşım,

Araya patronun da girmesi ile vermiş sahneyi ve seyreylemiş sözüm ona mazlumken mağdur, mağdurken mülteci ve şu an, Türkçe bilmeyen ama bir Türk´den daha asli vatandaş olan Arapların oyun ve eğlencesini…

Üstelik aynı gün,

Yaralılar hariç, Sekiz kınalı kuzu da vatana kurban…

 Ve

Bir daha sahne almayacağını öğrendim Ünsal gardaşımın sanal alemde yaptığı paylaşımla, üzüldüm doğrusunu söylemek gerekirse.

Umarım öfke ve kızgınla söylenmiş,  paylaşılmış bir söz olarak kalır bu eylem ve inşallah  herhangi bir davranışa dönüştürülmez özellikle hayranlarını güzel sesi ve sahnesinden mahrum bırakmamak adına...

Hatırlatmak isterim kardeşime:

Zaman, o zaman, devir o devir değil artık birader!..

Şimdi,

Dört milyonu aşkın Suriyeli, bir milyonu aşkın Afganlı var ülkede.

İranlı Iraklı hele hele Sudanlılar var ki milyonlarca, yanlarına Cubitilileride almış gelmiş köftehorlar!..

Rakı pahalı,

Meze silme ithal..

Alkolün zerresini alıp yakalandığında trafik polisine gerilmek kesin;  de, alkol alacak para ve o parayı kazanacak “iş” nerde, o muamma!..

En kötüsü:

 Memleketin yüzde ellisi hem memnun, hem mutlu hem de rahat Suriye ve diğer misafir dediklerimize sağlanan ayrıcalıktan ve onların kaçtığı topraklarda onlar adına kan vermekten ve ölmekten…

Yine hatırlatmak isterim,

Bende çok yaşlandım be birader, değil her hafta-her ay-her yıl seni dinlemeye gelmek, televizyonu bile çarçabuk kapatıyorum artık “fazla elektrik sarfiyatı olmasın, bütçeyi şaşırtmayalım” gerekçesiyle!..

Haksızsın!..

Her şeyin mübah sayıldığı, elin bebesinin üstünden dantelli kefenlerin dikildiği ve giyildiği, milliyetçilik-mukaddesatçılık adı ile naylon faturacıların ayakta alkışlandığı toplulukta ona-buna küsüp,  alnının akı ile para kazanmak her kula nasip olmaz.

Sen,

Erik dalını gevret,Ankara´nın bağından üzümü topla, kestiğin karpuzun kırmızı olmasına dikkat et yeter…

Yani,

İşine bak birader,

Mikrofonu Cibuti´li de istese ver gitsin!..

MİKROFON-MEMLEKET VE ÜNSAL!..

Suriyelinin olmadığı,

Iraklının tepeden baktığı,

İran-Afgan-Somalilerin henüz tanınmadığı,

Ve

Memlekette rakının ucuz,

Mezenin zibil,

Alkollü araç kullanımının kısmen serbest,

Ve

Kazancın bol bol olduğu zamandı Ünsal Koçak´ın, Dışkapı Nazar tavernada sahne aldığı yıllar.

Ee, bede de para-araba var o dönem,

Her hafta sonu soluğu Nazar´da alıyorum!..

Maksat belli,

Niyet sarih!..

Öyle günlerin birinde yine,

Kız arkadaşı ile oto tamircisi bir beyefendi girdi dükkandan içeri, sahne kenarında ben otururken.

Masa kuruldu, alkol kana karıştı az sonra…

Hanımefendi tutturdu “bende bir şarkı söylemek istiyorum!..”

Acı-zulüm ve mecburen verdi mikrofonu Ünsal hanımefendiye…

Hanımefendi,

Saz heyetine dönüp, “sabuha” alabilirmiyim lütfen!.. (ki sabuha o dönemler çok meşhur, bırakın İbrahim Tatlıses´i, onu pamuk bankın müdürü Baha beyden dinledim ki, üstüne İbo bile hafif gelir bence!)

Nitekim,

Cami kubbesinde tehlikeli çalışma Cami kubbesinde tehlikeli çalışma

Az sonra ortadan bir yerden daldı ablam türküye.

Aman yarabbi; yok böyle bir ses, yok böyle bir ünleme-cayırtı-bağırtı…

Çekti herkes, ortamın ve Ünsal´ın moralini daha fazla bozmamak için o işkenceyi…

Ancak,

alkol sadece ablanın kanına karışmamıştı ki ortamda;  tavernada bulunan başta ben olmak üzere hepimiz saldırdık aganın eline “ ver mikrofonu bir türküden ben söyleyeceğim”diye.

Şaşkın ördek gibi bir o yana bir bu yana bakarken, “herkes bir tarafa, sana zinhar vermem mikrofonu” dedi  bana…

Haklıydı!..

Alsaydım mikrofonu elime, “daha dün annemizden başlayıp, bak postacı geliyordan” çıkacaktım bir daha her önüne gelen ver şunu “bir türküde ben söyleyim demesin” diye…

Gün döndü, zaman aktı…

Ünsal şimdi emekli ve emekli maaşı ile geçim olmayacağını bildiğinden memlekette, yine sahne almaya devam ediyor ama bu sefer gazino-taverna vari yerler dışında, sadece düğün salonlarında…

Geçtiğimiz  hafta önce misafir, sonra mülteci, şu an ise bizden daha asli vatandaş olan Suriyeli birileri düğün yapmak için çalıştığı salona gelmişler anladığım kadarıyla.

 Dans müziği,

Hafif hafif erik dalı-karpuz kabuğu-Ankara´nın bağı falan derken ve tam havaya girilmişken, Suriyeli biri “ver mikrofonu ben söyleyeceğim” demiş buna.

Yok-mok dese de gardaşım,

Araya patronun da girmesi ile vermiş sahneyi ve seyreylemiş sözüm ona mazlumken mağdur, mağdurken mülteci ve şu an, Türkçe bilmeyen ama bir Türk´den daha asli vatandaş olan Arapların oyun ve eğlencesini…

Üstelik aynı gün,

Yaralılar hariç, Sekiz kınalı kuzu da vatana kurban…

 Ve

Bir daha sahne almayacağını öğrendim Ünsal gardaşımın sanal alemde yaptığı paylaşımla, üzüldüm doğrusunu söylemek gerekirse.

Umarım öfke ve kızgınla söylenmiş,  paylaşılmış bir söz olarak kalır bu eylem ve inşallah  herhangi bir davranışa dönüştürülmez özellikle hayranlarını güzel sesi ve sahnesinden mahrum bırakmamak adına...

Hatırlatmak isterim kardeşime:

Zaman, o zaman, devir o devir değil artık birader!..

Şimdi,

Dört milyonu aşkın Suriyeli, bir milyonu aşkın Afganlı var ülkede.

İranlı Iraklı hele hele Sudanlılar var ki milyonlarca, yanlarına Cubitilileride almış gelmiş köftehorlar!..

Rakı pahalı,

Meze silme ithal..

Alkolün zerresini alıp yakalandığında trafik polisine gerilmek kesin;  de, alkol alacak para ve o parayı kazanacak “iş” nerde, o muamma!..

En kötüsü:

 Memleketin yüzde ellisi hem memnun, hem mutlu hem de rahat Suriye ve diğer misafir dediklerimize sağlanan ayrıcalıktan ve onların kaçtığı topraklarda onlar adına kan vermekten ve ölmekten…

Yine hatırlatmak isterim,

Bende çok yaşlandım be birader, değil her hafta-her ay-her yıl seni dinlemeye gelmek, televizyonu bile çarçabuk kapatıyorum artık “fazla elektrik sarfiyatı olmasın, bütçeyi şaşırtmayalım” gerekçesiyle!..

Haksızsın!..

Her şeyin mübah sayıldığı, elin bebesinin üstünden dantelli kefenlerin dikildiği ve giyildiği, milliyetçilik-mukaddesatçılık adı ile naylon faturacıların ayakta alkışlandığı toplulukta ona-buna küsüp,  alnının akı ile para kazanmak her kula nasip olmaz.

Sen,

Erik dalını gevret,Ankara´nın bağından üzümü topla, kestiğin karpuzun kırmızı olmasına dikkat et yeter…

Yani,

İşine bak birader,

Mikrofonu Cibuti´li de istese ver gitsin!..