KEMAL KILIÇDAROĞLU!..

Teşbih´de hata olmaz misali;

1965-1986 yılları arasında kurduğu otoriter rejim, yolsuzluklar ve baskı uygulamaları ile tanınan,

En az kendisi kadar otoriter ve müsrif olan karısı “İmelda” ile meşhur, Filipinlerin efsane! lideri “Ferdinand Markos´a” benzetmiştim kendisini…

Ondan farkı:

İskeletinden önde giden göbeği,

Naim Süleymanoğlu benzeri yürüyüşü,

Tatlı sertliği,

Arada sırada espri yapışı,

Nadir de olsa yapılan espriye gülüp geçmesiydi.

Yani,

Bizimki de otoriterdi,

Amerikancıydı,

Eşi, dostu, oğlu kızı devlet yönetiminin içinde, alabildiğine müsrif ve babalar gibi satıcıydı devlet malını, ama arada sırada sevimli de olabiliyordu etrafına karşı.

Benden bir yıl sonra duayen gazeteci rahmetli Hasan Pulur ve Emin Çölaşan aynı tespitte bulundu onunla ilgili, sonra diğerleri takip etti onları.

Turgut Özal!..

Hiç sevmedim domates oğlanı!.. (gençliğinde lakabı öyleymiş)

CHP´li olduğum 1974 den bu tarafa parti içerisinde devamlı onun karşısında saf tutanların yanında yer aldım…

Kırıkkale’de küçük çocuk kayboldu! Kırıkkale’de küçük çocuk kayboldu!

İticiydi bana göre…

Starası bozuk,

Narsist di!..

Dünyanın merkezi kendisi, yıldızlar ise etrafına kümelenen ismi ile sınırlı particiliği olan yalaka yalama takımıydı.

Bu gün ülke bu durumdaysa şayet, bana göre anlamsızca aşırı sevmesi ve güvenmesinin etkisi yüzde yüz seviyesindedir kendisine.

Her insan gibi hastalandı, normaldir.

Ayağına kadar giden genel başkana diyemedi ki,

“teklifinize teşekkür ederim, ben kendimi taşıyacak durumda değilken memleketin yükünü nasıl omuzlayayım, arzu ederseniz ve uygun görürseniz ya oğlumu ya da kızımı vekil yapın…”

Diyemedi!..

Tam da düşündüğüm gibi kendine olan aşkı yüzünden, kuramadı böyle bir cümle.

Ve

Partisinin hem bölgesinde hem Türkiye genelinde yüzde yüz oy kaybetmesine neden oldu…

Testi kırılmadan ben yazdım, söyledim Deniz Baykal´ın dünyası Deniz Baykal´la sınırlıdır diye, testi tuz-buz oldu, şimdi herkes söylüyor.

Onlarca isim sayabilirim aklımla düşündüğümde (Tansu Çiller, Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz; hele Nazlı Ilıcak, Mehmet Barlas ve Altan kardeşler var ki!)  doğru teşhisi herkesten önce koyduğum ve sonrasında otorite denilen insanların benimle aynı çizgiye gelmelerine tanık olduğum…

İki kişi yanılttı beni bu güne kadar!..

İlki,

Benimle ilgili ama ikincisi CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu!..

Aklımla düşünemedim Kemal Kılıçdaroğlunu:

Kalbim-gönlüm-yüreğim baskın geldi, onlarla düşündüm.

Çünkü SSK genel müdürlüğünden Malik Ejder sayesinde yakından tanıyor, devlet adamlığı noktasında takdir ediyordum şahsını.

Başaracağına olan inancım tamdı. Ondan fazla ben arzuluyordum CHP´ye genel başkan olsun, koltuğa yapışanların hegomanyasından hem koltuğu hem partiyi kurtarsın.

Üstelik,

 Devlet terbiyesi almış, devleti, devletin işleyişini bilen, garip-gureba hakkı gözeten adaletin kılıcını gözü kapalı kullanmaktan çekinmeyen ve en önemlisi başarısız hissettiğinde yada olduğunda bir an bile tereddüt etmeden Atatürk´ün koltuğunu kendinden sonra gelene teslim etmekten imtina etmeyecek biri olduğuna bütün kalbimle inanıyordum,  aklım herkes gibi, koltuğun cazibesine onun da kapılacağını söylese bile…

Neticede,

Aklım kalbime üstün gelemedi düşüncelerinde ve ben yanıldım onun hakkında.

Yapıştı koltuğa gitmiyor!..

Seçimden önce yazdım, bu benim CHP´ye son oy verişim,  Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan olduğu sürece de bir daha oy vermek şöyle dursun, adını bile anmam diye…

Geçen hafta Bekir Coşkun yazdı aynı şeyi…

Haftanın son günü ise duayen gazeteci Uğur Dündar, sonrasında ise Hüsnü Mahalli…

Kemal Kılıçdaroluna erken teşhis koymakla onlardan akıllı olduğumu iddia etmiyorum zinhar;

Hepimizin ortak noktasının hayatı genellikle akılla değil, duygularla yaşıyor ve sorguluyor olmamız. Hele birde insan bize sevimli gelirse! “Yandı gitti gülüm keten! Helva...”

 Yani lafın özü şu:

“ben sana nasıl güveneyim diyenlere yürekten güvendik ama onların güvenilir olup olmadıklarını ne sorguladık, nede akıl edebildik!” bu güne kadar.

Yanılgımız ve bütün suçumuz bu!..